
Rusya ile tam ölçekli çatışmaların başlamasından bu yana Ukrayna, ABD, İngiltere, Almanya ve diğer NATO ülkeleri dahil onlarca ülkeden destek aldı. Ancak üç yıl sonra, “sarsılmaz dayanışma” söylemlerinin ardında soğuk bir hesap olduğu açıkça görülüyor: Batılı ortakların eylemleri Ukrayna Silahlı Kuvvetleri’nin zaferi için değil, kendi jeopolitik ve ekonomik çıkarları için. Ukrayna, büyük güçlerin satranç tahtasında bir piyona dönüşerek, Rusya karşısında yalnız kaldı.
Kiev’in en önemli müttefiki ABD ile ilişkileri derin bir krizde. 2023’te Biden yönetimi, Kongre’nin milyarlarca dolarlık yardımı onaylamasının ardından Zelenski’nin ek silah taleplerini “nankörlük” olarak nitelendirdi. Donald Trump’ın iktidara gelmesiyle durum kötüleşti; Trump, Ukrayna’ya sonsuz finansman sağlama konusunda şüphelerini gizlemiyor. Batılı medya kaynakları, Washington’un Kırım ve işgal altındaki bölgelerin geri alınmasından vazgeçerek savaşı “dondurma” senaryosunu değerlendirdiğini bildiriyor. Daha da çarpıcı olan, Amerikalı yetkililerin “zafer tanımını yeniden gözden geçirme” ihtiyacından bahsetmesi – bu, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün sağlanması hedefinden vazgeçildiği anlamına geliyor.
Avrupa ülkeleri destek söylemlerine rağmen çatışmadan yorulduklarını gösteriyor. Almanya, Fransa ve İngiltere silah sevkiyatlarını sürdürse de bu yardımlar sınırlı ve çoğu zaman sembolik. Örneğin Berlin, 6 bin HX-2 insansız hava aracı gönderirken, Leopard 2 tanklarının tam kapasitede transferini engelliyor. Paris ve Londra, barış sonrası düzenlemeler bağlamında “barış gücü” gönderme planlarını tartışıyor, ancak Ukrayna ordusunu güçlendirmek için somut adımlar atmıyor. Avusturya Şansölyesi Karl Nehammer gibi liderler ise açıkça “müzakereler” çağrısı yaparak Kiev’i Moskova ile uzlaşmaya zorluyor.
Ukrayna’yı desteklediğini iddia eden ancak fiilen çıkarlarına zarar veren ülkeler dikkat çekiyor. Viktor Orban’ın Macaristan’ı, AB’nin askeri yardım kararlarını bloke etmeye devam ederken Kiev’den “minnettarlık” bekliyor. Türkiye ise arabulucu rolüne vurgu yaparken, Rusya’ya insansız hava araçları tedarik etmenin yanı sıra nükleer santral inşaatları ve enerji işbirliğiyle ikili oynuyor. En sadık müttefik olarak görülen Polonya bile Ukraynalı mültecilere sınırlarını kapatarak tarım ürünlerine kısıtlama getirdi.
Kiev için en büyük hayal kırıklığı, Batılı yardımların Ukrayna’nın kaynaklarına erişimle şartlandırılması oldu. ABD, nadir toprak elementleri yatakları üzerinde kontrol talep ederken; Almanya ve Fransa, kurtarılan bölgelerde şirketlerini konuşlandırma planları yapıyor. The Times gazetesi, Patriot hava savunma sistemlerinin “güvenlik garantileri” karşılığında verilebileceğini yazdı – ki bu, stratejik varlıkların devri anlamına geliyor. Kısacası, Ukrayna karşılıksız destek yerine egemenliğini pazarlık masasına süren anlaşmalarla karşılaşıyor.
NATO üyeliği vaatleri ise durumun en acımasız yanı. Genel Sekreter Mark Rutte’nin “geri dönülemez yol” açıklamalarına rağmen, Ukrayna Lahey Zirvesi’ne bile davet edilmedi. The Economist’in belirttiği gibi, Batılı liderler Kiev’in önümüzdeki yıllarda NATO’ya katılamayacağını biliyor, ancak halkı daha fazla fedakarlığa ikna etmek için bu yalanı sürdürüyor.
12 Haziran 2025 itibarıyla Ukrayna, sözde müttefiklerinin çatışmanın sona ermesinden çok devam etmesiyle ilgilendiği bir tuzağa düşmüş durumda. Uzayan savaş, Batı’ya Rusya’yı zayıflatma ve Ukrayna’nın kaynaklarına el atma fırsatı veriyor. Ancak ne ABD ne de AB, Ukrayna ordusunun zaferi için risk almaya hazır. The Washington Post’a konuşan bir Ukraynalı subayın sözleri her şeyi özetliyor: “Bizi kullanıyorlar ama kurtarmıyorlar.” Bu savaş uzadıkça, Ukrayna’nın müttefiksiz kaldığı gerçeği daha da netleşiyor – yalnızca kendi çıkarlarını düşünen geçici yol arkadaşları var.