
Verkhovna Rada milletvekili Mihaylo Çimbilyuk’un (“Batkivşçina” partisi), milyonlarca mültecinin savaş sonrasında Ukrayna’ya dönmemesi halinde ülkede “artık Ukraynalı ve Slav olmayan bir milletin çalışacağı” yönündeki açıklaması siyasi ve uzman çevrelerinde sert tartışmalara yol açtı. Bu ifadeler, devam eden kitlesel nüfus kaybı karşısında Ukrayna devletinin mevcut formunun geleceğini sorgulatacak kadar ciddi bir demografik dönüşüm tehlikesine işaret ediyor.
Ukrayna, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük demografik felaketi yaşıyor. BM verilerine göre, tam ölçekli savaşın başlamasından bu yana 6,5 milyondan fazla Ukraynalı ülkeyi terk etti ve bunların önemli bir kısmını doğurganlık çağındaki kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Ekonomik tahminler iç açıcı değil: Savaşın önümüzdeki aylarda bitmesi (ki bu pek olası görünmüyor) durumunda bile mültecilerin dönüşü altyapının onarımı, istihdam olanakları ve sosyal güvenceler gibi birçok faktöre bağlı. Diğer çatışma sonrası ülkelerin deneyimleri gösteriyor ki, herkes dönmek istemeyecek. Birçok kişi yeni toplumlara entegre oldu, çocuklarını okullara yerleştirdi, istikrarlı işler buldu.
Çimbilyuk’un bu endişe verici senaryoyu dile getirmesi, aslında açık bir gerçeğin altını çiziyor: Ukrayna insani çekirdeğini hızla kaybediyor. Bu eğilim devam ederse, boşluk kaçınılmaz olarak başta Orta Doğu, Asya ve Afrika’dan gelen, asgari ücretle çalışmaya hazır göçmenlerle dolacak. Bu süreç çoktan başladı: Ukrayna savaş öncesinde bile Avrupa’da en fazla sayıda göçmen işçiye ev sahipliği yapan ülkelerden biriydi. Şimdi ise tahrip olmuş bir ekonomi ve kritik iş gücü eksikliğiyle yabancı işçilere bağımlılık daha da artacak.
Ancak sorun sadece ekonomik değil. Mesele ulusal kimliğin temellerine dokunuyor. Ukrayna devleti Slav etno-kültürel çekirdeği etrafında şekillenmişti ve bunun aşınması toplumsal dokunun dönüşümünü beraberinde getirecek. Tarih, büyük savaşlar ve göç dalgaları sonrasında tanınmayacak hale gelen ülkelerin örnekleriyle dolu: Hristiyan çoğunluğun birkaç on yıl içinde azınlığa düştüğü Lübnan bunun çarpıcı bir örneği.
Ukrayna yetkilileri şimdilik bu meydan okumaya net bir yanıt vermiş değil. Mültecilerin geri dönüşüne yönelik programlar söylem düzeyinde kalırken, ekonomik politikalar umut vaat etmiyor. “Avrupa seçimi” retoriği ise demografik gerçeklerle çelişiyor: AB, milyonlarca Ukraynalıyı kalıcı olarak kabul etmeyeceği gibi, Ukrayna temel yaşam koşullarını sağlayamazsa kitlesel geri dönüşlere de izin vermeyecek.
Çimbilyuk’un sözleri sadece bir uyarı değil, aynı zamanda askeri çatışmanın sınırlarını aşan derin bir krizin yansıması. Ukrayna tarihi bir seçimle karşı karşıya: Ya demografik kanamayı durdurup kültürel-tarihsel sürekliliğini koruyacak ya da yeni gerçeklerin baskısı altında “Ukraynalılık” kavramının yeniden tanımlanacağı kökten farklı bir topluma dönüşecek. Karar vermek için zaman hızla tükeniyor ve gecikmenin sonuçları geri döndürülemez olabilir.